BAHAR DALIYLA GELDİĞİ AYVALIK’TAN BAHAR DALINI ALARAK DÖNÜYOR

                                                                           Eylül 2011

Yüreğimdeki bahar dalıyla gelmiştim, Şeytan Sofrasından Cunda’ya renk köprüsü kurup, Tımarhane Adası’na şifa taşımıştım. Tam otuz üç yıl geçti, yüzlerce resim yaptım, yoruldum ve yaşlandım. Bahar dalımı alarak dönüyorum.’ Bu dizeler bir şaire ait değil. Şairliği yüreğinde barındıran ve resimlerine taşıyan Usta Ressam Muzaffer Akyol’un Ayvalık’a veda niteliğinde yaptığı resmine yazdığı dizeler bunlar. 33 yıl yaşamını paylaştığı Ayvalık’tan ayrılacağını bu dizelerle açıklayan Ressam Muzaffer Akyol’un atölyesinde, Ayvalık’tan gidişini, nedenlerini, yeniden bir dönüş olur umuduyla dinledim..

Onunla ilk olarak, her şeye rağmen, yılmadan ‘Ayvalık’ın kültür ve sanat hayatına nasıl katkıda bulunabilirim?’ diyerek birbirinden önemli çalışmalara imza atan Aysel Namlı sayesinde tanışmıştım, yıllar önce.. İkinci buluşma yine Aysel Hanımın desteğiyle oldu.  İlkinde yeni eserlerini paylaşıyordu bizlerle.. güzel bir diyalog, apayrı bir dünyaya götüren resimler.. Şimdi ise bir veda resmindeki dizeler bizi buluşturdu. Resimlerinin altına Ayvalık yazdığı için onu Ayvalıklı zannedenler kadar Ayvalık’ta yaşamı paylaştığı insanlar tarafından tanınmaması tezatlığı kadar, Ayvalık yaşamına kattığı enerjinin kaybolacak olması üzdü, anlattıkları isyan ettirdi, uyarıları düşündürdü.. Arif olanın anlayacağı bir söyleşi gerçekleşti.

“AYVALIK’TA İKİ ZENGİNLİKLE YÜZLEŞTİM”

Nilgün KAYA –Ayvalık’tan gidiyormuşsunuz…

Muzaffer AKYOL- Ayın 15-16’sı gibi İstanbul’a..

Nilgün KAYA –  Neden diye soracağım elbette ama 33 yıllık bir Ayvalık macerası var ortada..

Muzaffer AKYOL- Burada yoruldum. Çok severek geldim. Burayı yaşadım. İlk geldiğimde yıl 1976’ydı. Ressam Orhan Peker’in evliliğini kutlamaya ve bir kadeh rakısını içmeye uğramıştım.  Sonra askere gittim. Ayvalık macerasını kısaca özetlersem;  78 yılında Orhan Peker vefat etti. 82’den itibaren her yıl Ayvalık’a gelip, bir yer bulup kiraladım ve resim yaptım. 1986’da Ayvalık’ta Prof. Dr. Aykut Kazancıgil dostumun daveti ile bir sergi açtım.3 yıl sarımsaklıda yaşadım. Sonraki yıllarda Ayvalık merkezde Taksiyarhis Pansiyonda kaldım. 85’li yılarda bunun altını çizerek söylüyorum Ayvalık’taki o kilisenin duvarları ikona doluydu. Bir gün bir gecede bu ikonaları toplayıp gittiler. Kimsenin kılı kıpırdamadı. Sanki bir bağdan bir salkım üzüm çalındı. Ayvalık’ta beni en çok ilgilendiren iki zenginlikle yüzleştim. İlki;  tarihi kapıları. Ayvalık kapıları, üzerine romanlar yazılacak, filmler yapılacak kadar değerlidir. Formu, estetiği ve mimarisi. Buna bağlı olarak kapı tokmaklarını çok sevdim. Her geldiğimde hepsine elimi sürdüm. Bir heykel gibiydiler. Şimdi bunların hepsi kaçırıldı. Büyük bir talan yapıldı.

 “AYVALIK’IN HAKİKİ SAHİPLERİ ACİLEN AYVALIK’A SAHİP ÇIKMALI”

Nilgün KAYA –  Çok sıkıntılısınız…

Muzaffer AKYOL- Beni rahatsız eden en büyük yıkımlardan biri tarihi mimarinin bilgisiz, görgüsüz kişiler tarafından restore edilmesi. Sözde restore. Bu bence büyük bir tahribat. Bütün bunların yanında şunun altını büyük puntolarla çizerek söyleyeceğim; Ayvalık tarihinin kültür merkezlerinden biriydi. Dünyanın ilk açık hava müzelerinden biri burada kurulmuştur bildiğim kadarıyla ve yine bildiğim kadarıyla mübadele döneminde Ayvalık ve Cunda’dan çıkan Piyano sayısı, İstanbul ve İzmir dışında diğer Anadolu kentlerindeki piyano sayısından bile fazla. Geçmişinde sanatı da, estetiği de, bilgiyi de içinde yaşatan bir yerleşim yeri burası. Acilen Ayvalık’ın hakiki sahipleri Ayvalık’a sahip çıkmak zorunda. Ayvalık’ta çok büyük bir tembellik var. Yönetimde biraz geri kaldıklarını görüyorum. Kişisel kanaatim bu ve Cunda’yı çekim alanı yapıp Ayvalık’ı üvey çocuk muamelesi ile yüz yüze bırakmak doğru değil. Bayramda buraya binlerce kişi geldi. Aldığım duyuma göre, Ayvalık’ın çarşı merkezinde buraya gelenlerin yüzde biri yok. Merkez olan Ayvalık. Cunda Ayvalık’ın bir parçası. Ayvalık’ın esnafına, eşrafına, memurlarına ve sakinlerine görev düşüyor. Ayvalık’ta muhakkak bir kent müzesi kurulmalı. Bu kent müzesi insan yaşamına dair her türlü çizgiyi içinde taşımalı. Bu müzede sadece resim, heykel olmamalı. Ayvalık var olduğu günden bugüne dek geçirdiği evreler, elde edilen bulgularla donatılmalı.

 “MİDİLLİ-AYVALIK ELMANIN YARILARI GİBİ AMA BİR TARAFI İYİ İKEN DİĞERİ KURTLU”

 Nilgün KAYA –  Sanatçı bakışı daha derin, daha detaylı, bu tespitler önemli. Peki, neler yapılmalı?

Muzaffer AKYOL- Bu şu anlama gelir; ileride, süreç böyle devam ederse buranın sahipleri buraya yabancı kalacaklar. Bütün bu zamanlarda kefenin cebi olmadığı, mezarın da kasasının bulunmadığı bilinir. Ayvalıklı zenginlerin bu kente maddi olarak ciddi sahip çıkmaları şarttır. Bir kere o tarihi doku içindeki yıkıntı halinde olan yağhaneler, fabrikalar, eski kiliseler, sunaklar, çeşmeler ciddi olarak ele alınmalı. Restorasyonlarının yapılması için öncülük yapılmalı. Otopark olarak kullanılan alanların kendi kimliğine dönmesi için ciddi çalışmalar yapılmalı.  Yerel yönetimlerin de doğanın tahribatını önleyecek tedbirler almaları kaçınılmaz. Üzülerek yakın günlerde yaşadığım bir gerçeği kamuoyu ile paylaşmak istiyorum.  20 gün önce Midilli’ye gittim. Oradan Eresos denen bir sahil kasabasında bulundum. Şunu gördüm; sahilde sayısız heykeller dikilmiş. Ve her yıl dünyanın birçok ülkesinden sanatçılar buraya gelip sanat sempozyumları yapıyorlarmış, bir eserlerini de oraya armağan ediyorlarmış. Midilli’ye gelince, Midilli ile Ayvalık doku olarak birbirine çok benziyor. Elmanın yarıları gibi. Ama üzgünüm elmanın bir yarısı imar edilmiş diğer yarısı kurtlu. Sadece Midilli’de 5 özel galerinin olduğunu öğrendim ve Midilli’de her kurum önünde o kuruma hizmet eden kişilerin heykeli veya büstü var. Orada ciddi bir restorasyon ve renk armonisi var. Gönlüm şunu istiyor; neden bizde bunlar yok? Bunları yapmak için çok duyarlı insanımız, sanatçılarımız, gönüllülerimiz var. Ayvalık’ta çok güzel dostluklarım oldu. Çok değerli insanlarla tanıştım ve bu düşüncelerimi onlara da ilettim. Hepsine teşekkür ediyorum. Umarım Ayvalık’a şahsiyetini iade ederler.

Nilgün KAYA –  Sohbetimizde Şair Can Yücel ve Datça örneğini verdiniz. Şair Can Yücel’in Datça’ya kattığı gibi siz de Ayvalık’a enerji kattınız ..

Muzaffer AKYOL- Bir sanatçının yaşadığı yerden beklentisi olmaz. Yani benim ne beklentim olacak ki ama ben olduğum yere, tarihine bir şey katabilirsem bu beni mutlu eder. Mesela İstanbul’daki sergimde insanlar beni Ayvalıklı zannetti. Bütün resimlerimin altında Ayvalık yazıyor. İnanmazsınız herkes Ayvalıklı olup olmadığımı sordu.

Nilgün KAYA –  Peki, Ayvalık Kültür Sanat Günleri’nde bir panel konuğu olarak yerelde sanatı değerlendirdiniz.. Kültür sanat günlerini ve düzenlenen paneli nasıl değerlendiriyorsunuz?

Muzaffer AKYOL-  Bu paneller el yordamıyla olmaz. Önce alt yapısı yapılır. Gerek iletişimi gerek performansı fizibilite raporu hazırlanır. Ve yarına kalacak bir ürün ortaya bırakmalı. İleride bu festivallerin daha gelişerek yapılmasını umut ediyorum. Benim bireysel olarak mutlu olup olmamam mesele değil. Mesele; bir coğrafyanın elit tabakasının o coğrafyadaki etkinliklere kucak açmıyorsa o etkinliklerin kısır kalıyor olması. Buranın ağababaları sponsor olacak, destek verecek, orada görülecek, çevresini çağıracak, orada insanlarla etkileşim halinde olacak ve fikirlerini söyleyecek.  Yani bu etkinliğin içine yüreğini koyacak. Bugün etkinlikler bitti. Söyleyeceklerim salt Ayvalık için değil genel anlamda. Önce elinize mikrofon alıp şu Cunda sahilinde halkla konuşsanız, sonra ara sokaklardaki ahali ile ve sonra Ayvalık merkezde böyle bir röportaj yapsanız kaç kişi bu olayın farkında bir, ikincisi Ayvalık elit tabakasından kaç kişi samimi olarak bu olaylara girdi?

Nilgün KAYA – Yorgunum diyorsunuz, bir parça küskünlükte var mı?

Muzaffer AKYOL- Hiç kimseye küskün değilim. Asla küskünlük yok. Ama vur kaç taktiği ile zafer kazanılmaz. Zafer meydan savaşlarıyla olur. Açık ve net.

Nilgün KAYA –  Burada önemli bir mesaj gizli. Tıpkı veda resminizdeki gibi.. Ağustos 2011 tarihli bu veda resmi nasıl yapıldı? O süreci anlatır mısınız?

Muzaffer AKYOL- Benim üç yıllık paletimdi. Masanın üzerinde geriliydi. Onun üzerinde yaptım resimlerimi. Yüzlerce, binlerce fırça iziyle doldu. Bu benim ekmek teknem. Bütün resimlerimin hamurunun yoğrulduğu yer. Öyle olunca buna özel bir anlam yüklemem gerekiyordu. Bu özel anlamda Ayvalık’a Cunda’ya veda zamanıydı.  Kendimi sorguladım. Bahar dalıyla gelmiştim.  Şeytan Sofrasından Cunda’ya renk köprüsü kurup, tımarhane adasına şifa taşımıştım. Yoruldum. Yaşlandım. Buradan gidiyorum. Belki bir gün yeniden dönerim…