“HER DEPREM SONRASINDA RAKAMLAR KONUŞULDU, ÖNLEYİCİ TEDBİRLER ALINMADI”

Nilgün KAYA

EMEK Partisi Balıkesir İl örgütü, 17 Ağustos Marmara depreminin 23. Yılında, aradan geçen yıllara karşın depreme karşı önlemlerin alınmamasının kaygı ve korkuların devam etmesine neden olduğuna dikkat çekti.

İl başkanı Mehmet Cemil Tosunoğlu tarafından yapılan açıklamada, “Binlerce insanımızı yitirdiğimiz, on binlerce insanımızın yaralandığı ve 16 milyondan fazla insanımızın yakından hissettiği 17 Ağustos Marmara depreminin ardından 23 yıl geçti.

Aradan geçen 23 yılın ardından depreme karşı önlemlerin alınmaması, depreme karşı kaygı ve korkularımızın da devam etmesine neden olmaktadır. 17 Ağustos 1999’da yaşanan Marmara depreminde Meclis Araştırma raporlarında belirtilen rakamlara göre bile 18 binin üzerinde vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 50 bine yakın vatandaşımız da yaralanmıştır. 66 bin 441 konut ve 10 bin 901 iş yeri yıkılmış, 285 bin 211 konut ve 42 bin 902 iş yerinde hasar tespit edilmiştir.

Marmara Depreminin ardından geçen sürede, her deprem sonrasında rakamlar konuşulmuş, görevi icra olan kurumlar önleyici tedbirler almamış, sonradan yaşanan Van, Elâzığ ve İzmir depremleri bizlere depremlerde yeterli hazırlığının olmadığını göstermiştir.

TBMM Depremlere Karşı Alınabilecek Önlemleri Araştırma Komisyonu’nda T.C. Çevre, Şehircilik ve İklimlendirme Bakanı Murat Kurum ülkemizdeki 17 milyon bina, 28,6 milyon konuttan 6.7 milyonunun riskli, bunun da 1,5 milyonunun acil dönüşüme girmesini gerektiğini, ülkemizin dörtte birinin deprem riski ile yaşadığını birinci ağızdan söylemiştir.

Deprem için önlem alması gerekenler, deprem sonrası vergilerin kalıcı hale gelmesini sağlamış, güvenli konut inşaatı ile vatandaşını korumak yerine inşaatı rant merkezine getirerek TOKİ eliyle emekçiye kalitesiz, güvenliksiz bina üretimi gerçekleştirmiş, güvenli barınma hakkı yerine daha çok kâr eden ve zenginleşen müteahhitlerin oluşmasını sağlamıştır. Depreme, afete yönelik en büyük politikası vatandaşa gönderdiği hesap numaraları olmuştur.

Depreme karşı getirilen kentsel dönüşüm modeli emekçilerin rantı yüksek alanlardan çıkartılarak dönüşüme sokulan yerin sosyolojik yapısının değiştirilmesi olmuştur. Başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde şehrin iç kısımlarında kalmış, kentin ötekileştirilmişlerinin, yoksullarının şehir dışına itilerek buralara lüks konutlar inşa edilmesi bizlere kentsel dönüşüm olarak sunulmuştur. Depremde de parası olan binasını depreme hazır hale getirebilirken enflasyon altında ezilen ve geçim sıkıntısı çeken, aldığı ücreti yaşamaya bile yetiremeyen emekçiler depreme dayanıksız binalarda yaşamaya devam etmek zorunda kalmaktadır. Yaşadığımız yapıların kamu eli ile depreme dayanıklı hale getirilmesi gerekirken, binalar ve buralarda yaşayan halk kaderine terk etmek ve kamu kaynaklarını gelir garantili inşaat projelerinde tüketmek en hafif ifade ile toplu cinayettir.

AFAD İstanbul’da olabilecek 7,5 büyüklüğündeki depremin sonucunda 28 bin can kaybı, 400 bin civarında yaralı ve binaların %4’nün yıkılabileceğini beklendiğini açıklamaktadır. Bu tahminlere rağmen riskli yapılar için izlenen yolun hala ranta odaklı olması adeta katliama davet çıkartmaktır.

17 Ağustos Marmara Depreminin ardından geçen 23 yılda önlem için ayrılması gereken kaynaklar ranta dayalı kentsel dönüşüm projelerine ve gelir garantili “itibar projelerine” harcanmıştır. Kentsel dönüşümde riskli yapı stokunun yıkılarak emekçiye güvenli binalar inşa etme yerine rantı yüksek alanlarda emekçilerin ulaşamayacakları binaların yapımı tercih edilmiştir. Konut inşasını rant olarak gören, herkesin sağlıklı ve güvenli bir konutta yaşama hakkı olduğunu kabul etmeyen bir iktidar ile depreme hazırlanmak mümkün değildir.

Sorunun çözülmesi için;

Riskli yapı tespitinin kamu eliyle yapıldığı,

Kentsel dönüşümde öncelikle yaşayanların yerinde kalmasının sağlandığı,

Kent yoksullarının güvenli barınma sorununa çözüm üretildiği,

Halktan toplanan vergilerin yine halka harcandığı,

Kent insanını, yerel örgütleri ve meslek örgütlerinin sürece dâhil edildiği

Halk sağlığına önem veren bilim ve fenne dayalı kamu politikalarını esas alındığı bir imar politikasına ihtiyaç vardır.

AKP iktidarının ruhunun bu politikalara uzak olduğunun bilincinde olarak bu düzen değişmelidir. Emekçilerin yoksulların kazanacağı bir düzen için mücadele etmekten başka bir çıkar yol yoktur.” Dedi.