MÜSİLAJ TEHLİKESİ BİTMEDİ

Fotoğraf: Serço Ekşiyan

Nilgün KAYA

Bandırma On Yedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, ‘Marmara Denizi’nde müsilaj oluşumu, nedenleri, etkileri ve alınması gereken önlemler’ konusunda önemli bir araştırma hazırladı. Prof. Dr. Sarı, Marmara’nın yanı sıra Ege, Akdeniz ve Karadeniz için de tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekerek, “Marmara Denizi Koruma Eylem Planını amasız, fakatsız, disiplinle uygulamamız gerek. Ege, Akdeniz ve Karadeniz için de acil eylem planları hazırlamalıyız” dedi.

Fotoğraf: Serço Ekşiyan

‘Deniz salyası’ yada balıkçıların tabiriyle ‘Kaykay’ denilen müsilajın, denizdeki biyolojik yaşamın ilk basamağını oluşturan fitoplankton denilen mikroskobik bitkilerden bazılarının aşırı çoğalmasıyla oluştuğunu ve jelimsi yapıdaki müsilajın bakteriler için uygun bir çoğalma ortamı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Sarı, denizlerdeki biyolojik üretimle iklim arasında süreklilik arz eden ilişkiye dikkat çekti.

Bandırma On Yedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı,

“SON YILLARDA ORTALAMA DENİZ SUYU SICAKLIĞI TÜM DÜNYADA ARTMIŞ DURUMDADIR”

Müsilaj oluşumunun son yıllarda daha çok görülmesinin nedeninin iklim değişikliğinin denizlere etkisi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Sarı, “Ekolojik sistemler milyonlarca yıldır devam eden döngülere bağlı olarak bir dengeye oturmuş durumdadır. Bazı yıllar kurak, bazı yıllar yağışlı geçse de uzun yıllar ortalaması genellikle bu dengenin devam etmesine yetecek düzeydedir. Ancak son 150 yıl içinde insan eliyle atmosfere salınan karbondioksit, metan gibi sera gazlarının miktarı artmış, yeryüzündeki orman örtüsü azalmıştır. Çok basitçe ifade etmeye çalıştığımız bu süreç, iklim değişimi adını verdiğimiz çok daha karmaşık olayların başlamasına neden olmuştur. İklim değişimi sonucu ısınan atmosfer, dünyayı ısıtmış ve dörtte üçü sularla kaplı dünyada deniz suyu sıcaklıkları artmıştır. İklim değişimi sadece ortalama deniz suyu sıcaklıklarını arttırmakla kalmamış, yağış rejimi ve yağış tipini de etkilemiştir. Isınan deniz ve okyanuslar olağandışı meteorolojik olayların meydana gelme sıklığını arttırmış durumdadır. “ dedi.

Fotoğraf: Serço Ekşiyan

“ÜÇ ÇEVRESEL FAKTÖRÜN BİRLİKTE BULUNMASILA MÜSİLAJ OLUŞUMU OLAĞANDIŞI ARTMAKTADIR”

Hem kentsel yaşam hem de endüstriyel üretim sonucu ortaya çıkan atıkların gelişmiş ülkelerde belli düzeyde, gelişmekte olan ülkelerde ise kısmen arıtıldığını belirten Sarı, atıkların az gelişmiş ülkelerde ise arıtılmadan denizlere deşarj edildiğini, bu atıkların yüksek miktarda azot ve fosfor içerdiğini ifade etti. Sarı, “Bir taraftan fosil yakıt tüketimiyle atmosfere karbondioksit pompalayan insanoğlu, diğer taraftan sıvı atıklarıyla da denizlere azot ve fosfor yüklemektedir. Müsilaj oluşumu için gerekli olan üç evresel faktörden ikincisi de böylece deniz ortamında fazlasıyla sağlanmış olmaktadır. Üç faktörden sonuncusu olan deniz şartlarındaki durağanlık ise aslında iklimle ilişkilidir. İklim değişimi sonucu artan ortalama sıcaklıklar, tuzluluk ve yoğunluk bakımından daha kararlı su kütlelerinin oluşmasına neden olarak deniz şartlarını daha durağan hale getirmektedir. Durağan deniz şartlarının oluşması, yüksek deniz suyu sıcaklığı ve bol besin elementlerinin varlığı müsilaj oluşumu için ideal ortamın oluşmasını sağlamakta, üç çevresel faktörün birlikte bulunmasıyla müsilaj oluşumu olağan dışı artmaktadır.” dedi.

“MÜSİLAJ, DENİZ EKOSİSTEMİNDE CİDDİ ZARARLARA NEDEN OLUR”

Bugünlerde Marmara Denizi’nde gözlenen yoğun müsilaj oluşumuyla Marmara Denizi’nin uzun yıllar ortalamasına göre yaklaşık 2.5 derece daha sıcak olmasının payının büyük olduğunu belirten Prof. Dr. Sarı, “ Denizlerde müsilaj oluşumu doğal bir olaydır. Doğal olmayanın müsilajın bugün olduğu gibi sadece deniz yüzeyini değil, yüzeyden 30 m derinliğe kadar bütün su kolonunu kaplamış olmasıdır. Sümüksü, jelimsi yapıdaki bu oluşum önce deniz suyu içinde birbirine eklenmiş şeffaf yapılar şeklinde askıda kalır. Müsilaja neden olan alg gruplarının aslında ömrü oldukça kısadır. Deniz yüzeyi ile 30 m. derinlik arasındaki su kolonunda askıdaki müsilaj, ya parçalanarak yüzeye çıkar veya birleşip ağırlaşarak dibe çöker. Her iki durumda da deniz ekosisteminde ciddi zararlara neden olur. Parçalanarak su yüzeyine çıkan müsilaj, geniş alanları bir battaniye gibi kaplayarak su ile atmosferin ilişkisini keser. Krem ve sütlü kahve tonundaki bu müsilaj tabakaları güneş ışınlarını soğurarak deniz yüzeyi sıcaklığının artmasına neden olur. Artan su sıcaklığı, sudaki çözünmüş oksijenin azalmaı sonucunu doğurur. Diğer taraftan müsilaj kendisi organik yapıda olduğu için yoğun bakteri faaliyeti sonucu parçalanma devam eder. Bu parçalanma esnasında bakteriler sudaki çözünmüş oksijeni kullanarak sığ kıyılarda çoğu zaman müsilaj tabakasının altında oksijensiz bir ortam oluşmasına neden olur. Sonuçta özellikle sığ kıyı alanlarında yaşayan omurgasız , kabuklu, eklem bacaklı ve balıkların oksijensiz kalarak topluca ölümüne neden olur. Ağırlaşarak dibe çöken müsilaj kümeleri, su yüzeyi yerine bu kez deniz dibini bir battaniye gibi kaplar. Dipte devam eden parçalanma süreci esnasında da aynen yüzeyde olduğu gibi bakteriler tarafından kullanılan oksijen yüzünden, deniz dibinde oksijen azalır. Bu durum deniz dibindeki canlı topluluklarının toplu ölümlerine neden olur.” dedi.

Bandırma Misakça Mahallesi sahilinde toplu balık ölümleri
Fotoğraf: Uğur Karadurmuş

“ATIK YÜKÜ AZALTILMALI, AKARSULAR KİRLİLİKTEN KORUNMALI”

Müsilajdan en çok balıkçılık sektörünün etkileneceğini belirten Sarı, 2020-2021 yılının Marmaralı balıkçılar için kayıp yılı olduğunu söyledi. Müsilajın azaltılması için, doğal seyrine döndürülmesi için iki müdahale şekli olduğunu belirten Sarı, sığ kıyılardaki müsilajın toplanması, deniz yüzeyinin havalandırılarak müsilajın parçalanmasının geçici bir çözüm olduğuna dikkat çekerek, “Bu müdahaleler sorunu ortadan kaldırmayan geçici çözümlerdir. Müsilaj geçici olarak göz önünden uzaklaştırılmış olabilir ancak her yıl artan oranlarda yeniden ortaya çıkmaya, ekoloji, ekonomik ve sosyal kayıplara neden olmaya devam eder. Çünkü müsilajın oluşmasına neden olan şartlar değişmemiştir. Ekolojide bunlara pozitif geri bildirimler, yani sorunu çözdüğü sanılan ancak sorunu besleyen, çoğaltan müdahaleler veya kısırdöngüler denmektedir. Örneğin deniz süpürgesi gibi bir deniz aracıyla sığ kıyılarda su yüzeyindeki müsilajın toplanmaya çalışılması aslında müsilajın küçük parçacıklara bölünerek hafif bir rüzgarla bile tüm denizel alana yayılmasına neden olabilir. İkinci müdahale şekli negatif geri bildirime neden olacak yaklaşımlardır. Örneğin müsilaja neden olan deniz suyu sıcaklığının değiştirilmesi, durağan deniz şartlarının kırılması, denize deşarj edilen atıkların azaltılması gibi. Eğer Marmara denizinde ortaya çıkan ve birçok sektörü etkileyen müsilaj sorununu kalıcı şekilde çözmek istiyorsak negatif geri bildirime neden olacak yaklaşımları benimsememiz gerekmektedir.” dedi.

“MARMARA DENİZİ KORUMA EYLEM PLANINI UYGULAMALIYIZ. EGE, KARADENİZ VE AKDENİZ İÇİN DE ACİL EYLEM PLANLARI YAPMALIYIZ”

Güncel olarak şimdilik müsilaj olmadığını ancak denizdeki şartların müsilaj oluşumu için çok uygun olduğunu kaydeden Prof. Sarı, Ege Denizi’nde de müsilaj tehlikesi bulunduğunu belirterek, “Bu yüzden dikkatle izlemeye devam etmeliyiz. Bir taraftan da Marmara’da müsilajın nedenlerini ortadan kaldırmalıyız. Bunun için de yapmamız gereken Marmara Denizi Koruma Eylem Planını amasız, fakatsız disiplinle uygulamak! Akdeniz, Ege ve Karadeniz için eylem planlarını da acilen yapıp uygulamaya geçmeliyiz. Oraların atık yükünü azaltmak, denize yardım etmek için illa müsilaj olmasını beklememeliyiz. Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de de doğal şartlar altında müsilaj görülebilir. Ancak 2021 yılında Marmara Denizi’nde yaşadığımız boyutta bir müsilaj oluşmasını beklemiyoruz. Çünkü bu denizlerin oşinografik özellikleri Marmara’dan oldukça farklı. Örneğin Ege Denizi güçlü akıntı sistemlerinin ve karışımların olduğu bir deniz. Ancak yoğun yerleşime maruz, atık yükü fazla, durgun koy ve körfezlerde iklim şartlarına bağlı olarak bu denizlerde de müsilaj görülebilir. Yapmamız gereken bir an önce denizlere ileri arıtmaya tabi tutmadan bir damla bile atığı deşarj etmemek. Diğer bir ifadeyle denizleri atık çukuru olarak kullanmaktan vazgeçmeliyiz. Dünya iklim değişimi ve su kıtlığına çareler arıyor. Biz atık suları hiç arıtmadan denize boca ediyoruz. Evsel ve endüstriyel atıkları ileri arıtmaya tabi tuttuktan sonra endüstride soğutma suyu, kentlerde park-bahçeler için sulama suyu veya tarımsal sulama amacıyla kullanmak için harekete geçmeliyiz. Belki de artık arıtılmış atık su barajları yapıp, bu suları içme suyu dışındaki ihtiyaçlarımız için kullanmalıyız. Marmara Denizi çevresindeki evsel, endüstriyel ve tarımsal atıklar denize gidiyor da Ege, Akdeniz ve Karadeniz çevresindeki atıklar nereye gidiyor? Çok merak ediyorsanız hemen Burhaniye’den denize dökülen Havran Çayı’nın tam denize karıştığı noktada suyun rengini, kokusunu gidin görün lütfen.” dedi.